Yükleniyor...
Sivas Kent Arşivi ■Süper Kediler■ gülümser şimşek ::zara::
Sivas Kent Arşivi ■Süper Kediler■ gülümser şimşek ::zara::
 

 

 

 

 

 

 

 

çocuk kitapları / öykü

 

Süper Kediler

 

Gülümser Şimşek
sivas / zara ]

ISBN: 978-605-5229-04-7
Kafekültür Yayıncılık

Ceylan Matbaa İstanbul 2019 62 sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

Kasabanın kedileri yemyeşil bir bahçede toplanıp kedi öyküleri anlatıyorlar. Kör bir köpeğe rehberlik eden Libby, beş yavrusunu alevler arasından kurtaran Scarlett, Harry Potter filminin sevimli kedisi Crakerjach, en zengin kedi Pasaklı Tinker, dünyanın en yaşlı kedisi Creme Puff, mumyalanan kedi Najdem, uzaya giden kedi Felicette, Alex'in vefakâr kedisi Mel-O, bir cinayetin aydınlanmasında rol oynayan Snowball, klonlanan kedi CC.

 

İşte on süper kedi, on süper öykü...

 

 

 

 

içindekiler

Gülümser Şimşek Biyografisi

 

yazıları

-Libby

 

 

 

 

 

  

 

 

 

ÂŞIK VEYSEL’İN YAŞAMI, FELSEFESİ, ÂŞIKLIK GELENEĞİNDEKİ YERİ

 

Cengiz YILDIRIM

Araştırmacı-Yazar

E-posta: yildirimcengiz@hotmail.com

e-posta bilgi@cengizyildirim.net

Cep Tel: +90 533 351 74 60

Ankara/Türkiye

 

 

ÖZ

Âşık Veysel, sazın ve sözün ustası olarak bilinen âşıkların, 20. yüzyıldaki en önemli temsilcilerindendir. Âşık Veysel, Osmanlının son dönemlerinde doğmuş, Cumhuriyetin ilk yıllarında sesini duyurmaya başlamıştır. Bireylerin bir araya gelerek oluşturdukları toplumsal hayatın olumlu tarafları olduğu gibi çeşitli olumsuzluklar içerdiği de yadsınamaz bir gerçektir. Bu gerçekliği fark eden Âşık Veysel, sözü kullanmadaki gücü ile sosyal yaşamın aksayan yönlerini eleştirel bir bakışla dile getirmiştir.

 

Gözleri görmeyen, herkesin yardımına ihtiyaç duyması gereken bir insan sazını omzuna asmış, saza “şeytan” dendiği bir dönemde “uzun ince bir yolda” köy köy, kasaba kasaba dolaşmış Cumhuriyetin hedefleri doğrultusunda yürümüş, bunun dışında bir ödün vermemiştir. Mutlaka “iki kapılı bir han” da ki yolculuklarında onun elinden tutanlar olmuştur. Okuması, yazması olmadığı hâlde şiirleri yazılmış, elden geçirilmiş, plakları, kitapları basılmış şiirleri dönemin yayın organları olan birçok gazete ve dergilerde yayımlanmıştır.

 

Şiirlerinde ülkemizin etnik, çok kimlikli yapısına gönderme yaparak birliği, kardeşliği, çalışkanlığı, güzel ahlakı ve doğruluğu işlemiş, halk ile aydınlar arasında iki yönlü bir köprü vazifesi görmüştür. Bu yönüyle Âşık Veysel, yerellikten çıkmış ulusal, hatta evrensel bir kimlik kazanmıştır.

 

Aramızdan ayrılalı 50 yıl geçmesine rağmen, saz ve söz şairlerinin müstesna kabiliyeti ve pek nadir örneklerinden biri olan Âşık Veysel, Türk folklorunda kendi nev’i arasında gerçekten şahsına münhasır bir tip olarak yaşayacaktır.

 

Anahtar Kelimeler: Âşık Veysel, Âşık, Emlek Âşıkları, Halkevleri, Köy Enstitüleri, Cumhuriyet, Atatürk.

 

Abstract

 

Âşık Veysel, known as the master of music and words, is one of the most important representatives of the 20th century. Âşık Veysel, who was born in Osmanlının son teremrinde, began to make his voice heard in the first years of the Republic. It is an undeniable fact that the social life created by individuals coming together has positive aspects as well as various negative aspects. Realizing this reality, Âşık Veysel expressed his power in using words with a critical look at most aspects of social life.

 

Those who don't see the eyes, who need the help of everyone, have taken a human instrument, and in a period called &the devil&, they have been walking in the direction of the goals of the Republic. There must have been people holding his hand in the &two-door bir han& journey. While they were not read or written, their poems were written, distributed, printed in plaques, and published in many newspapers and magazines.

 

In his poems, referring to the ethnic, multi-identity structure of our country, unity, brotherhood, hard work, good morals and righteousness, he acted as a two-way bridge between the people and the intellectuals. In this direction, Âşık Veysel earned a national, even universal identity.

 

Although 50 years have passed since we left our country, Âşık Veysel, one of the most rare examples of music and song poets, will live on as a special type of person in Türk folklore.

 

Keyword: Âşık Veysel, Âşık, Emlek Âşıkları, Halkevleri, Köy Enstitüleri, Cumhuriyet, Atatürk.

 

 

    Giriş

 

    Dünya üzerinde kendine bir yer edinmiş olan insanın varlığını sürdürebilmesi, bulunduğu ortama sıkı sıkıya bağlı olmasıyla yakından ilgilidir. Yaşanılan sosyal çevre; insanın varlığa, dünyaya ve topluma karşı bakışını derinden etkilemektedir. Toplumsal hayat çok boyutludur ve bu sebeple bireylerin birlikte yaşadığı çevre içerisinde birtakım olumsuzluklar da bulunmaktadır. Bu olumsuzlukları dile getiren kişilerin başında ise âşıklar gelmektedir. Aşık Veysel’de bu aşıklardan biri ve en önemlilerindendir.

 

    Âşık Veysel, ilk dönemlerinde Emlek yöresi halk kültürünün değerleriyle öne çıksa da, ilerleyen yıllarda Halkevleri ve Köy Enstitüleri’nin idealist öğretmenleri, tarafından verilen destekle Cumhuriyet’in erdemleriyle halk kültürünü birleştirmeyi başarmıştır. Elbette, doğduğu yer, Emlek âşıkları, tekkelerde aldığı tasavvufi bilgiler Veysel’in Cumhuriyetle bütünleşmesinde önemli etmendir. Âşık Veysel, sahip olduğu dünya görüşü doğrultusunda, insanlar arasındaki eşitsizliğe, birlik ve beraberliğin göz ardı edilmesine, bireylerin toplum tarafından hoş karşılanmayacak davranışlarına ve kültürel hayatın yozlaşmasına karşı çıkmış, bu gibi durumları eleştirmekten geri kalmamıştır. Âşık Veysel engin hoşgörüsü dâhilinde, şiirlerinde eleştirinin yapıcı olan taraflarını benimsemiştir.

 

 

    1. Dünyaya Geliş Öyküsü, Veysel Adı, Beserek Dağı’nın Gizemi? Soyunun Nereden Geldiği, Çocukluğu ve Çiçek Hastalığına Yakalanması, Okuma İsteği ve Sazla Tanışması, Âşık Veysel’in Asker Olma İsteği, Esma Hanım ile Evliliği, Gülizar Hanım ile Evliliği.

 

 

Dünyaya Geliş Öyküsü

 

    Âşık Veysel adıyla ünlenen Veysel Şatıroğlu Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde 1894 yılında dünyaya gelir. Âşık Veysel’in dünyaya geliş öyküsü, Anadolu köylerinde hemen birçok çocuğun yaşadığı olağan bir doğum biçimidir. Annesi Gülizar Hanım, Sivrialan yakınlarında bulunan Ayıpınarı mevkiinden, koyun sağmadan gelirken sancısı tutar oracıkta dünyaya getirir Veysel’i. Göbeğini de taşla kendisi keser. Veysel’i önlüğüne sarar yürüye yürüye köye döner. (Oğuzcan, 1970: 5-7)

 

    Âşık Veysel’in doğum tarihi hakkında farklı rivayetler olmakla birlikte Veysel kendi ağzından: “Üç yüz onda (1310-1894) gelmiş idim cihana” diye iki dörtlüğünde belirtmektedir.

 

Üç yüz onda gelmiş idim cihana

Dünyaya bakmadım ben kana kana

Kader böyle imiş çiçek bahane

Levh-i kalem kara yazmış yazımı

***

1310 doğum, Veysel’dir adım

Dünya mı eskidi, ben mi kocadım?

Çok dolandım bir sadık dost aradım

Sözü ciddi, kalbi beyan kalmadı

 

    Veysel’in doğduğu ayla ilgili de farklı görüşler vardır. Veysel’i araştıran yazarların çoğu koyun sağmadan gelirken güz aylarında (Eylül, Ekim) doğduğunu iddia ederken, araştırmacı yazar Gülağ Öz ( 2008: 7), Mayıs ayında doğduğunu belirtmektedir.

 

 

1.2.  Veysel Adı

 

     Karaca Ahmet, Gülizar çiftinin Veysel beşinci çocuğudur. Bunlardan ilki Ali’dir. Ali’den sonra dünyaya gelen üç çocuk da erkek olup küçük denilebilecek yaşlarda yoksulluk ve çiçek hastalığına bağlı sebeplerden dolayı yaşamlarını yitirmişlerdir. Veysel’den sonra dünyaya gelen evin tek çocuğu Elif’tir.

 

    Üç çocuğunun ölümü Karaca Ahmet Gülizar çiftini üzmüş, çareler aramaya yöneltmiştir. Yörede, Veysel’in şiirlerinde de adı geçen Beserek Dağı, bu dağın eteğinde bir de ziyaret yeri vardır. Baba Karaca Ahmet ve anne Gülizar, Veysel’in hayatta kalabilmesi için Beserek Dağı’na kurban adamıştır. Bu dağ, Sivrialan, Mescit, Beyyurdu köyü ve Hüyük Yaylası arasında kalır. Yöre halkının inancına göre bu dağ kutsal bir dağdır. Rivayete göre Veysel Karâni Hazretleri Yemen çöllerinde kaybettiği develerini bu dağda, Beserek Dağı’nda, Tek Çam mevkiinde bulur. Baba Karaca Ahmet, işte bu yüzden oğlunun adını Veysel koyar (Kaya, 2004: 2).

 

 

1.3. Beserek Dağı’nın Gizemi?

 

    Adına onlarca şiir yazılan türküler söylenen, geçmişi önemli bir rivayete dayanan Beserek Dağı ve dağın eteğinde ziyaret edilen bir çam (Emlek yöresinde ardıç denir), çamın dibinde bir de geniş ve derin bir çukur vardır. Bu çukurun dağın yüzünde nasıl oluştuğu bilinmez. Bu çukura yağmur ve kar suyu toplanır. Yöre halkı bu çukurda biriken suya, uyuz olan hayvanlarını sokar. Hayvan uyuzdan kurtulur. Yerin kutsallığı düşünülür. Gerçekte ise, toplanan suya maden karıştığı için yarayı ve uyuz hayvanı iyileştirir. Veysel Karani’nin, uyuz olan develerini de bu suya soktuğu ve develerinin uyuzdan kurtulduğu rivayet edilir. Çukurun yanı başında bir çam (ardıç) ağacı bulunmaktadır. Burası ziyaret edilir. İnsanlar beklentileri için dilekte bulunur, çamın dalına çaput bağlarlar. Adaklar adanır, kurbanlar kesilir, kesilen kurbanlar burada pişirilir, lokmalar dağıtılır ve bunlardan dolayı burası büyüktür “Ulu”dur (Yıldırım, 2018: 16).

 

Soyunun Nereden Geldiği

 

     Âşık Veysel’in soyunun Orta Asya’dan (Türkistan, Horasan) göçerek Anadolu’ya yerleştiği rivayet edilir. Göç konusunda yeterli bilgi yoktur. Anadolu’ya Selçuklularla ilk gelenlerden midir (1071)? Yoksa 1219’da Harizm Devleti’ne savaş açan ve bölgeyi kasıp kavuran Cengiz Han’ın (Moğol) önünden Anadolu’ya kaçan Türkmen kafileleriyle mi gelmiştir bilinmez (Yıldırım, 2018: 18-19).  Halk kültürü araştırmacısı Kutlu Özen (1998: 11), “Âşık Veysel’in soyunun asıl yerleşim yerinin Kars olduğunu bildirir. Sülalesi hakkında da “Kars’ta bu aileye Şatıroğulları sülalesi denir” der. Gene Özen’in verdiği bilgiye göre “Uzun süre bu yörede oturan Şatıroğulları sülalesi buradan ayrılır. Ne zaman ve ne sebeple ayrıldığı hakkında kesin bilgi olmamakla birlikte Erdoğan Alkan (1991: 21) Celali isyanlarını bastırmakla ünlü Osmanlı Sadrazamı Kuyucu Murat Paşa (1606-1611) kıyımından kurtulmak için Kars’tan göçtüklerini ve Erzurum, Malatya, Trabzon, Konya, Sivas gibi illere dağıldıklarını yazar. Öyleyse Kars’tan, Sivas Divriği Kaledibi köyüne bu göç 1700’lerin başında olmuştur.

 

    Araştırmacı yazar Nejat Birdoğan (1999: Sayı 8, s. 18), Kutlu Özen’in Âşık Veysel’in sülalesi (Şatıroğlu Sülalesi) ile ilgili verdiği bilgiyi doğrulamaz ve şöyle devam eder: “Ben Karslıyım Kars’ın Türkmen ki orada Alevi sözü yok. Türkmen sözü var. Türkmen bölgelerinde uzun uzun dolaştım, derlemeler, taramalar yaptım. Şatıroğulları adıyla ne Türkmenlerde ne de yerlilerde bir aile, bir soy yok” der.

 

    Bu konuyla ilgili mevcut kaynaklarda aşiretleri, aşiretler içinde oymakları inceleme imkânım oldu. Kars ilimizde Digor ilçesinde Şatıroğlu köyü var ancak köyün muhtarı Hindistan Kesik’le yaptığım görüşmede “Şatıroğlu köyü dâhil Digor köylerinin büyük bir bölümünün Kürt olduğunu söyler. Büyüklerimden duyduğum kadarıyla Şatıroğlu köyü daha öncesinde de Kürt’müş”, der (Yıldırım, 2018: 18-19).

 

    Bir başka bilgi de Antalya Teke Bölgesi’nde, Elmalı ile Kumluca arasında 169 çadırlık konar-göçer olarak yaşamaya devam eden sonraki yıllarda yerleşik hayata geçen ve Şatırlı Köyü olarak isimlendirilen bir köy kurulmuştur. Ulaşabildiğim bir makaleden (Atabeyli, 2015: 219, 221) buraya yerleşenlerin Şatırlı Obası’na mensup Avşar Türklerinden olduğu belirtilmektedir.

 

    Âşık Veysel de sülalesi için: “Efendim, Şatıroğulları çoook... Malatya, Trabzon, Konya’da var. Onlar benim düşünceme kalırsa Türkistan’dan mı gelmişler ne...?” demektedir. Âşık Veysel, mensup olduğu kökenini, etnik kimliğini aşağıdaki dörtlükte de, açık bir şekilde belirtmiştir:

 

Muhabbetin candan haslardan hastır

Avutur Veysel’i bir şen piyestir

Türk adı babamdan bana mirastır

Daha bundan başka adı neyleyim

 

    Âşık Veysel, bir şiirinde de, kendisini Mansur’a benzetir. Karacaoğlan ve Yunus Emre ile aynı soydan olduğunu anlatır:

 

Neyin ne olacak elde neyim var

Karaca Oğlan, Dertli Yunus Soyum var

Mansur’a benzeyen bazı huyum var

Ne sen var, ne ben var bir tane Gaffar

 

    Yine Kutlu Özen’in aktardığına (1998: 11-13) göre; Veysel’in dedesi Ali Ağa, Kars’tan ayrıldıktan sonra Sivas’ın Divriği ilçesinin Kaledibi köyüne yerleşir. Bir müddet sonra oradan ayrılan Ali Ağa, Şarkışla’nın Sivrialan (Söbelan) köyünü kendine yurt edinir. Ali Ağa Alevi kökenli bir ailedir. Sivrialan köyü, Erzincan Kemaliye Ocak köyünden göçen Alevi dedelerle, Kaledibi köyünden göçenlerle bu köyü karışık olarak kurmuşlardır.

 

    Âşık Veysel’in anılarından öğrendiğimize göre Ali Ağa, İbrahim adında birisinin oğlu olup hayatını çiftçilik yaparak geçirmiştir. Ali Ağa’nın ölümünden sonra, ailenin geçimini oğul Karaca lakaplı Ahmet üzerine alır. Ali Ağa’nın doğum ve ölüm tarihlerini bilmediğimiz gibi, hayatı hakkında da torunu Veysel’in söylediklerinin dışında bir bilgiye sahip değiliz.

 

    Âşık Veysel’in anılarında: “Babamın adı Ahmet Şatıroğullarından…babam çiftçi idi. Küçük yaşta yetim kalmış. Onun bunun kapısında çobanlık, hizmetkârlık etmiş. Sonraları çift-çubuk sahibi olmuş” (Gökçe, 1944: 87),.der.

 

Çocukluğu ve Çiçek Hastalığına Yakalanması

 

    Âşık Veysel çocukluğunu anlatırken: “Ben de yedi yaşıma kadar herkes gibi koşup oynadım, eğlendim. Yedi yaşında hastalanıp gözlerimi kaybettim. Tabiatla ilgili olarak gördüklerim bu yaşıma kadar oldu” der. Âşık Veysel, başka bir sohbetinde de babasıyla aralarında geçen bir anısını şöyle anlatmaktadır:

 

    “Şu kadarını hatırlıyorum ki güneşin ışıklarını tutmaya çalışırdım. Babam; ‘avuçla oğlum, bana getir’ derdi. Ben de oynaya, zıplaya, avuçlayıp babama getirirdim. Avucumu açıp verecek bir şey bulamayınca hayret ederdim. Köy yerinin eğlencesinden ne olacak; babam beni bu şekilde eğlendirirdi” (Turan, 2009: 118).

 

    Veysel’in dünyaya geldiği sıralar (1894), çiçek hastalığı Sivas yöresini kasıp kavurmaktadır. Yörede çiçek hastalığından etkilenen ve ölen çok sayıda çocuk olmuştur. Veysel yedi yaşına girdiği yıl (1901) Sivas’ta çiçek salgını yeniden yaygınlaşmıştır. Çiçek hastalığına Veysel de yakalanır. Veysel o günleri, çiçek hastalığına tutulduğunu (başlangıcını) nasıl öğrendiğini aşağıdaki şekilde anlatmaktadır:

 

    “Yedi yaşıma girdiğim sıralarda idi. Emmimin karısı Muhsine, bana üç etekli bir entari dikmişti. Onu giyinip kendisine o cici elbiselerimle el öpmeye gittim. Hava çok yağmurlu idi. Her taraf çamur deryası halindeydi. Yolda ayağım kaydı düştüm. Entarim çamur içinde kaldı. Kalktım gözyaşları içinde eve koştum. Ertesi gün yataktan kalkamadım. Ateşler içinde yanıyordum. Meğer çiçek hastalığına tutulmuşum.”

 

    “Çok geçmeden sol gözümde çıkan bir çiçek çıbanı yüzünden o gözümü kaybettim. Bir müddet sonrada sağ gözüme perde indi. Sağ gözümle ışığı ve aydınlığı seziyor, fakat göremiyordum. Artık küçük kardeşim Elif beni elimden tutarak gezdiriyordu…”

 

    “Bir gün bana; müjde Veysel dediler. Köye kırlangıç uşakları gelmiş, perdeli gözünü muayene edecekler. Hemen o gün babam ‘Kırlangıç uşağı’ tabir edilen ve gözlerine perde inenlerin gözlerindeki perdeyi neşterle kaldıran bu hekimleri, eve getirdi. Gözlerimi muayene ettiler. Sağ gözümdeki perde kalkarsa, görebileceğimi söylediler. Babama, bu ameliyatın yapılması için yanımızda aletimiz yok. Çocuğu Sivas’a getirin, deyip gittiler.”

 

    “Babam hazırlığa başladı. Müsait bir gün Sivas’a gidecek, sağ gözümü açtıracaktık. Fakat Ulu Tanrı bana dünyayı zindan olarak bağışlamış olacak ki, bir gün ağabeyim Ali ile ahıra gittim. Ağabeyim hayvanların altını çalıyor (süpürüyor) ben de kürünü (musuru) temizliyordum. Saman artıklarını dökmek için yere eğildim. Eğilmemle birlikte çıtak öküzün boynuzu gözüme saplandı. Bayılıp kalmışım. Gözüm de akıp gitmiş.” (Kaya, 2004: 2).

 

    Âşık Veysel başına gelenleri, çiçek hastalığı sonucu gözlerini kaybetmesini daha sonraki yıllarda şu dörtlükle anlatır:

 

Genç yaşımda felek vurdu başıma

Aldırdım elimden iki gözümü

Yeni değmiş idim yedi yaşıma

Kayıp ettim baharımı yazımı

 

 

    1.5. Okuma İsteği ve Sazla Tanışması.

 

    Okuma isteği başlığının o dönemde yedi yaşındayken görmeyen biri için önemi yoktur. Ancak Veysel daha sonra anılarında okumayla, okulla ilgili şunları anlatıyor:

 

    “Artık ilkokul çağlarına doğru idim; ama okul yok ki, okuyayım. Okul olsa bile ben nasıl okuyabileceğim? Yazıyı görmüyorum ki. Şimdiki gibi körler okulu yok ki, babam öküzünü ineğini satıp göndersin. Köyümüzde köy imamı Molla kâhya vardı. Okul çağı gelenler, onun odasında toplanırlardı. Kur’an-ı Kerim okurlardı. Ancak Elif Cüzü’nü öğrenebiliyorlardı. Bir de namaz surelerini. Ağabeyim Ali gelir ‘Elif..be..te..’ diye sayardı. O zamandan dahi bu kelimeler aklımda yer etmiştir. Zaman zaman öğrendiğim sureleri okurum.”

 

    “Ah şu zaman ki devir! Körler okulu var; herkes okuyup yazmayı öğreniyor, körü de sağlamı da herkes memur olabiliyor. Biz bütün bu yenilikleri Gazi Paşa’ya borçluyuz.” (Yılmaz, 1996: 13-14).

 

    Okuyamayan, yazamayan gözleri görmeyen Veysel’in bu durumu karşısında, baba Karaca Ahmet, anne Gülizar Hanım, hatta Sivrialan halkının tamamı, çocuk Veysel’in geleceğini düşünürler. Bir köy yerinde gözleri görmeyen, sürüyü çevirip gelemeyen, koyunu kırkamayan, öküzü çifte koşamayan çocuk ne yapabilirdi? Bu durumun farkında olan Veysel üzülür. Sadece Veysel mi, annesi, babası da çok üzülürler. Âşık Veysel hatıralarında konuya şöyle değinir:

 

    “Ben, henüz on on beş yaşlarına değmiştim. Babam benim için düşünürdü. Bu çocuk biz öldükten sonra ne olacak, kim bakar diye”

 

    İki gözünü de kaybetmesiyle artık bir köşeye çekilen Veysel’i acıklı durumu babası Karaca Ahmet’i yaralar. Veysel’in babası Karaca Ahmet, Ortaköy Bektaşi Tekkesi’nde Mustafa Abdal Baba’ya bağlıdır. Tekkenin sürekli takipçilerindendir. Bir gün Ortaköy Mustafa Abdal Tekke’sine gider. Tekke postnişini Mustafa Abdal Baba, Karaca Ahmet’e Veysel’in durumunu sorar. O da, “Bir süpürgeyi saz gibi eline alıp türkü, deyiş çağırıyor. Sesi de pek yanık” der. Mustafa Abdal Baba’da “O zaman Veysel’e saz öğretelim ilerde Zâkir olur” der ve duvardaki eski çatlak sazı indirir Veysel’e götürmesi için Karaca Ahmet’e verir. Fakat Veysel’in bunu kendi kendine öğrenmesi de pek mümkün gözükmemektedir. Bu sebepten baba Karaca Ahmet oğlu için saz dersleri ve saz hocasını düşünmeye başlar.

 

    Veysel ilk saz derslerini, Sivrialan’da bir Bektaşi aydını olan Molla Hüseyin’den almaya başlar. Molla Hüseyin Sivrialan’da tek okumuş kişidir. Mektep, medrese görmemiştir. Dili söz, eli kalem tuttuğu için molla adını takmıştı köylüler ona. Molla Hüseyin, Veysel’in sazı öğrenmesi için elinden geleni yapar. Ancak ilk yıllarında ümit yoktur. Baba Karaca Ahmet de bu duruma üzülmektedir (Alptekin, 2011: 21). Âşık Veysel hatıralarında saz kursu almayla ilgili konuya şöyle değinir:

 

    “Saz öğrenme merakım arttı amma bir türlü öğrenemiyorum. Hüseyin Dayı’nın yanından ayrılınca sazı bir tarafa atıyorum. Rahmetli babam öğrenmemde ısrar ediyor, hatta beni dövüyordu. Oğlum biz ölürsek sana kim bakar? Mutlaka seni bir sanat sahibi etmek istiyoruz. Sen sazdan başka ne yapabilirsin? Çift süremen, tohum ekemen, ekin biçemen, Bunu öğrenirsen köy odalarında, toplantılarda, kahvelerde çalarak ekmek paranı çıkarırsın derdi. Ondan sonra saza ısındım; çalmağa başladım. Teli kırılırsa, doğru Hüseyin Dayı’ya koşardım ” (Turan, 2011: 21).

 

    Veysel’in yetiştiği yöre Emlek yöresi ozanlar yatağı bir yerdir. Köye sık sık gelen âşıklar halkı bir odaya toplar bildiklerini anlatır saz çalıp türkü söylerler. Veysel bu toplantıların baş dinleyicilerindendir. Saz çalmaya on beş yaşında başlayan Veysel bu hususu bir dörtlüğünde şöyle dillendirir:

 

Bağlandım köşede kaldım bir zaman

Nice kimselere dedim el’aman

On onbeş yaşıma girince hemen

Yavaş yavaş düzen ettim sazımı

 

    Veysel’in ikinci saz hocası babasının arkadaşı Çamşıhlı Ali Ağa’dır. Ali Ağa Çamşıh da ozanlık geleneğini yaşatan bir ailedendir. Ailede, Âşık Ali Metin, Mehmet Ali Karababa, Mahmut Erdal gibi tanınmış ozanlar vardır. Ali Ağa, Veysel’i zamanın ozanlarıyla tanıştırdığı gibi Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Dertli ve Ruhsati gibi efsaneleşmiş ustaların eserleriyle de tanıştırır, onları ezberletir (Öz, 2013: 36). Bu hususu Veysel hatıralarında şöyle anlatır:

 

    “Bizim köye Çamşıhlı Ali Ağa diye bir zat geldi. Babamla, Ali Ağa iyi anlaştı. Ali Ağa’nın bizim evde kalması için ısrar etti. Ali Ağa da babamı kırmayarak bizim evde senelerce kaldı. Artık ustam Ali Ağa oldu. Ali Ağa’nın bağlaması Hüsniye idi. Hüsniye bağlamanın sesi, beni etkiler oldu. Ali Ağa bana kendi bildiği türkü ve deyişleri öğretmeye başladı. İlk öğrendiğim deyiş Kul Abdal’ındır. Devamlı çalarken onu hatırlarım:”

 

Takdirden gelene tedbir kılınmaz

Ne kılayım çare ben şimden geri

Yaram türlü türlü merhem bulunmaz

İstersen merhemi çal şimden geri

 

    O yıllarda Veysel’in Ali adında bir ağabeyi ve Elif adında bir kız kardeşi vardır. Bundan sonra bacısı Elif elinden tutarak dolaştırır. Gittikçe içine kapanan Veysel, ozanı bol Emlek yöresinde yeni bir kişilik olarak belirmeye başlar. Veysel bütün karamsarlığına rağmen azimle ve ısrarla yoluna devam eder. Umutsuzluk zamanla yerini ideale bırakır. Yirmi yaşlarına geldiğinde artık iyi saz çalan, iyi usta malı türkü okuyan bir halk sanatçısıdır. Köyünde ve Ortaköy, Hüyük, Örenyurt, Sarıkaya, Beyyurdu, Hardal gibi çevre köylerde düğünlere gitmeye başlar. O dönem köylere kiminle çıktığı hakkında kesin bilgi olmamakla birlikte Sivrialanlı Yusuf Güneş, “Âşık Veysel’i köylere bizim köylü Halil Ağa (Halil Ercan) götürürmüş”, der.

 

 

Âşık Veysel’in Asker Olma İsteği

 

    Osmanlı 1914’te I. Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında yer alarak seferberlik başlattı, Veysel’in ağabeyi Ali cepheye gitti. Akabinde emsalleri de, kendi yaşındaki arkadaşları da cepheye gittiler. Veysel, çatlak sazıyla baş başa ve çok istediği askerlikten mahrum kaldı. Bu durum, münzevi olan ruhunda ikinci bir inziva açtı. Arkadaşsızlık acısı, sefalet, onu çok bedbin, umutsuz ve mahzun bir hâlde bıraktı. Veysel, köyünden biraz uzakta olan küçük bahçesinde bostan bekçiliği yapmakta; armut ağacının altında yatıp kalkmakta, geceleri ağaçların ta tepelerine çıkarak içindeki derdini göklere ve karanlıklara bırakmaktadır (Bâkiler, 1989: 19)

 

    I. Dünya Savaşı’na katılamamak Veysel’de bir eziklik duygusu uyandırır. Bunda biraz Anadolu’da “erkek, oğlan” olgusunun etkisi vardır. Veysel’in yurtseverliğinin, vatana olan borcunu ödeme duygusunun ağırlığı vardır. Bu konudaki hislerini bakın nasıl dile getirir:

 

Ne yazık ki bana olmadı kısmet

Düşmanı denize dökerken millet

Felek kırdı kolum, vermedi nöbet

Kılıç vurmak için düşman başına

 

    Askere gidemeyişiyle ilgili üzüntüsünü daha sonraki yıllarda Yavuz Bülent Bâkiler’e şöyle anlatmıştır:

 

    “Gençlik yıllarımda en büyük üzüntüyü Birinci Dünya Savaşı çıktığında yaşadım. Savaş başlayınca bütün köylü asker oldu. Benim emsallerim de askere gitti. Yirmi yaşımda olduğum halde gözlerim görmediği için beni askere almadılar. Köyde yaşlı erkeklerle, kadınlarla baş başa kaldım. Çok müteessir oldum. Çok üzüldüm. Çok çektim. Onlar memleket hizmetine gitti. Ben köyde mahzun ve mahrum kaldım. Ben Allah’ın nasıl kuluyum ki bundan, bu vatan hizmetinden mahrum kaldım diye çok acı çektim.”

 

    “Sonra İstiklal Savaşı oldu. O yıllarda ben yine köydeydim. Bir iki yere gidip geldimse de önemsizdir. O sıralarda Atatürk’ün adı yayılmıştı. Atatürk falan yerde düşmanı bozmuş, Atatürk şurada şu kadar düşmanı esir etmiş söylentiler dolaşır dururdu. Köye gelen jandarmalar bize Atatürk’ten bahsederlerdi.”

 

    Mustafa Kemal önderliğinde yürütülen Milli Mücadele’nin sonlarına doğru Veysel, hem arkadaşsız kaldığından, hem de askere gidemediğinden dolayı çok üzgündür. Hep bahçesindedir. Tam da bu dönemde köye iki asker kaçağı gelir. Kaçağın birisi Veysel’in dayısının oğlu ve arkadaşı olan Sivrialan’dan İbrahim Tutiş (Cört), ikincisi ise Zaralı Kasım Doğan’dır. Kasım hem keman çalar hem de türkü söyler. Bu kaçaklar gündüzleri ormanda saklanır, geceleri Veysel’le birlikte olurlar. Veysel’in ailesi Kasım’ı çok sevmiştir. Köylerinden genç yaşında ölen Hamza’nın dul eşi Kamer’le iç güveysi olarak evlendirilir.

 

 

Esma Hanım ile Evliliği

 

     Yıl 1919 Âşık Veysel evlilik çağına gelmiştir. Anne ve babası, Veysel’in görmemesi üzerine ona bakan olmaz endişesiyle Veysel’i aynı köyden, akrabaları olan Culhagillerden Kara Haydar’ın kızı Esma’yla evlendirirler. Bu evlilikten bir oğlu bir kızları olur. Oğlu on günlükken ölür. Veysel de anne Esma da çok üzülmüşlerdir. Bu acı yetmezmiş gibi Veysel’i zor günler beklemektedir. Kendisine hep kol kanat geren annesi ve babası da, 1921 yılında arka arkaya ölürler.

 

    Bundan sonra bütün iş, çift, çubuk, abisi Ali’nin üstünde kalır, Veysel de, bağ bahçe işlerine bakar… Kendilerine yardım etsin diye aynı köyden Hüseyin isminde birini yardımcı (azap) tutarlar. Süreç içinde Esma, azapla anlaşır bir gece evden kaçarlar (1927).

 

    İşte bu olay Âşık Veysel’i çok üzer. Çektiği acıların en yamanıdır bu. Çünkü Âşık Veysel kaçan karısı Esma’ya âşıktır. Dünyadan ümidini keser. Çoktandır ihmal ettiği sazına yapışır. Gayri dünyada tek sığınağı odur (Maarif, 1954: 17). Âşık Veysel, bu evliliği ve Esma’nın kaçma hikâyesini hatıralarında şöyle anlatmaktadır:

 

    “Yirmi beş yaşıma girdiğim zaman evlendim. Rahmetli babam ben ölürsem Veysel’e ağabeyi bile bakmaz. Bari bunu evlendireyim de, çocukları olursa onlar bakar diye düşünmüş. Bana akrabalarımızdan Esma isimli bir kızı aldı. Sekiz sene evli kaldık. Ondan bir oğlum, bir de kızım oldu. Oğlum çok yaşamadı öldü. Kızım altı aylıkken, karım Esma bir başkasına kaçtı. Kızıma iki yıl baktım. Sonra o da kollarımın arasında öldü.” (Günbulut, 2003: 235-250)

 

    Âşık Veysel, Esma’yı kaçırıp küçük yavrusunun ölümüne sebep olan Hüseyin’e “Zalim Kâfir” ismini koyar. Hüseyin o yörede hâlen “Zalim Kâfir” diye anılır. Veysel, bu hususu şu dörtlükle ifade etmiştir:

 

Bir vefasız zalim yâre bağladım

Tarih üç yüz otuz beşte evlendim

Sekiz sene bir arada eğledim (durdum)

“Zalim kâfir” yetim koydu kuzumu

 

    Esma’yı çok seven Âşık Veysel, kendisine yapılan ihanete rağmen ona iyilik yapmaktan geri durmaz. Kaçış hikâyesiyle ilgili olarak Esma, sonraki yıllarda Gülağ Öz’le (1994: 38), yaptığı röportaj da şunları anlatır:

 

    “Veysel çok huysuzdu. Bana geçim vermez, kıskanır dururdu. Gönlümle evlenmedim zaten. Onun huysuzluğu, gereksiz kıskançlığı beni kendisinden soğuttu. Hüseyin yakın komşumuzdu. Bize azap durdu. Onunla anlaştık. Zaman zaman birlikte buluşurduk. Veysel bunu sezinlemiş, hatta birkaç kez beni uyarmıştı. Ben böyle bir şeyi nasıl düşündüğünü söyledim. Zamanla bizim kaçacağımızı bile düşünmüş, umudunu da kestiği olmuş. Hüseyin’le kaçtığımızda Bafra’ya ulaştık. Çeşmenin başında çoraplarımızı çıkartıp serinlenelim istedik. Çorabımın ucunda beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Elimi sokup baktığımda, bize bir ay yetecek kadar para çıktı. Bunu Veysel koymuştu. Beni çok severdi. Kaçarken perişan olmasın diyerek koyduğunu düşünürdüm hep.”

 

    Veysel artık âlemden, bu diyardan uzaklaşmak, göçmek isteyen bir ruh haleti içindedir. 1928 yılında kendi köylerinden en iyi arkadaşı ve aynı zamanda dayısının oğlu olan İbrahim Tutis (Cört) ile Adana’ya gitmeye karar verirler. Fakat Sivas’ın Karaçayır köyünde Deli Süleyman isminde birisi Veysel’i Adana sıtmalı, Adana dertlidir diye bu ilk seyahatinden vazgeçirir. Deli Süleyman Veysel’in sazına âşıktır. Âşık Veysel anılarında bunla ilgili şunları anlatır:

 

    “Bu adam, saz çalarım dinler, söze başlarım keser. Gideyim derim, “ah kivra, çoluk çocuk ağlaşıyor, gel gitme diye elime ayağıma düşer. Nihayet dayanamadım, gitmiyorum vesselam diye bu seyahatten vazgeçtim.”

 

    Âşık Veysel’in en dertli günleridir. Köyünde bunalır. Kaçmak dertlerinden kurtulmak ister. Köyünden ikinci ayrılışının öyküsü de şöyledir:

 

    Kapı komşularından arkadaşı Kürt Kasım (Kasım Doğan) bir gün Veysel’e “gel seninle Zara’ya gidelim. Orası benim memleketim, akrabalarım var, rahat ederiz. Biraz açılırsın” teklifinde bulununca Veysel, bu teklifi kabul eder. Kasım, Zara’nın Barzan Beleni (Pazarbelen) köyündendir. Dayısının oğlu İbrahim Tutiş’i, kendisini, Adana’ya göndermeyen Deli Süleyman ve Sivaslı kalaycı Hüseyin’i de yanlarına alarak Kasım’ın misafiri olurlar.

 

    Kasım, keman çalan türkü söyleyen biridir. Kasım’ın Âşık Veysel üzerindeki etkisi oldukça büyüktür. Âşık Veysel daha önce yakın köylerde düğünlerde bulunmuştur. İlk kez Zara’da bir kahvede Kasım’ın ısrarı üzerine topluma saz çalıp türkü söyler. Âşık Veysel kahvedeki halk tarafından beğenilir. Halk kendi arasında para toplayarak Âşık Veysel’e verirler. Âşık Veysel ilk kez sanatından para kazanmıştır. Kasım, Âşık Veysel’i yörede bulunan değişik tekke ve türbelere de götürür (Alptekin, 2011: 23).

 

    Veysel, köyünden ayrılalı üç ay olmuştur. Zara’dan arkadaşlarıyla yol güzergâhında belirlenen köylere uğrayarak Sivas’a geçmeyi tasarlarlar. Dönüş yolunun üstündeki Hafik’e bağlı Karayaprak köyündeki Yalıncak Baba Tekkesi’ne uğrarlar. Veysel, orada çile dolduran, tekkenin temizliğiyle ilgilenen, Gülizar anayla tanışır. O gece orada kalıp Sivas’a hareket ederler. Veysel, Sivas’ta da Süleyman ve Hüseyin’in yardımıyla kahvelerde çalar çağırır. Şair olarak, Sivas’ta halktan büyük itibar görür. Sivas’tan sonra arkadaşı İbrahim Tutiş’le Sivrialan’a dönerler.

 

    Veysel’in Karayaprak köyüne gelişiyle ilgili Kutlu Özen, Gülizar ana ile bir söyleşi de bulunmuştur. Gülizar ana: “Yalıncak tekkesinde (1928), dedem türbenin işlerine bakıyor, ben de yanında kalıyordum. 30 yaşında bir duldum. Tekke’de cem töreni yapıyorduk. O zaman tekkeler kapatıldığından cemleri gizli yapardık. Jandarmalar tekkeye sık sık baskın yaparlardı. Cem töreni dağıldı, eltimle ben ortalığı temizliyorduk. Kapı çalındı. Anahtar deliğinden baktığımda sırtında saz olan adamı jandarma sandım ve dedeme söyledim. Dedem kapıya baktığında öyle olmadığını anladı. İki kişiydiler kapıyı açtı ve onları içeri aldı” (Özen, 1998: 25).

 

     Zara köyleri gezisi Veysel’in ufkunu açan bir gezi olur. Hem türkülerini rahatça çalıp söylemiştir. Hem de türkü söylediği kahvelerde, köy odalarında sohbete katılan halktan para toplanıp kendisine verilir. Hatta toplanan parayla Zara’nın Girit köyünden 9 liraya meşeden yapılmış bir saz satın alır.

 

 

Gülizar Hanım ile Evliliği

 

    Veysel, bir süre sonra, amcasının oğlu Muharrem ve dayısının oğlu İbrahim Tutiş’i Karayaprak köyüne dünürcü gönderip Gülizar’ı ailesinden istetir. Gülizar da, babası da bu evliğe razı değildir. Babası “Gözleri görmüyor, çift süremez, ekin biçemez kızımı aç koyar,” der. Dedesi “Kısmet böyleymiş ben veriyom. Gülizar’a, Veysel’in külünü dökeceksin,” der. Dedesi Yalıncak Tekkesinin de dedesidir. Gülizar’ı dünürcüler Sivrialan’a getirirler (1928). Bu evlilikten Ahmet Şatıroğlu, Bahri Şatıroğlu, Hayriye Özer, Zekine Şatıroğlu, Zehra Başer, Menekşe Şatıroğlu Süzer, olmak üzere (ikisi oğlan ve dördü kız), altı çocukları olur (Baydar, 1998: 15).

 

 

2. Âşık Veysel I. Sivas Âşıklar Bayramında, Halkevleri ve Âşık Veysel, Atatürk’e Yazdığı Destanla Ankara Yolculuğu, Âşık Veysel İstanbul’da, Âşık Veysel İstanbul’da Plak Dolduruyor, Köy Enstitüleri ve Âşık Veysel, Âşık Veysel’e TBMM’de Maaş Bağlanıyor, Son Konseri, Hastalığı, Vasiyeti ve Ölümü, Sivas’ta Yasaklanan Heykeli.

 

2.1. Âşık Veysel I. Sivas Âşıklar Bayramında

 

    Mecburî hizmet için 1930’da Sivas’a gelen öğretmen Ahmet Kutsi (Tecer), burada Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni Vehbi Cem (Aşkun) ve müzik öğretmeni Muzaffer (Sarısözen) ile tanışır. Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları “Halk Şairlerini Koruma Derneği”ni kurarlar ve başkanlığına da Belediye Başkanı Hikmet (Işık) Bey’i getirtirler. Bu dernek 5-7 Kasım 1931 tarihinde başlayacak ve üç gün sürecek olan I. Sivas Halk Şairleri Bayramı düzenler. Bayrama davet edilen âşıklardan biri de Veysel’dir. Bu bayram, Sivrialan’dan Sivas’a gelen Âşık Veysel’i keşfedecektir. I. Sivas Halk Şairleri Bayramı, aynı zamanda bir “Cumhuriyet Projesi’dir.” Bu bayram, Cumhuriyet’ten sonra yetişecek yüzlerce aşığın ufkunu açacaktır. Âşık Veysel burada, Ahmet Kutsi Tecer ile tanışır. Böylece Âşık Veysel’in yaşamında önemli bir dönüm noktası işlemeye başlamıştır (Makal, 1993: 25).

 

    Halkın oldukça ilgi gösterdiği Âşıklar Bayramı’na; Veysel Ulu (Şatıroğlu), Revani, Suzani, Âşık Süleyman, Karslı Mehmet, Hikâyeci Ali Dayı, Âşık Müştak, Yarım Ali, Halili, Talibi (Coşkun), Yusuf, Sanatı ve Âşık Ali katılmışlardır. Görüldüğü gibi, Âşık Veysel’in soyadı o tarihlerde “Ulu”dur. Daha sonra Şatıroğlu olarak değiştirmiştir.

 

    Bu tarihe kadar usta malı türkü çalıp söyleyen Âşık Veysel’in I. Sivas Halk Şairleri Bayramı’nda söylediği şiirler, kendisine ait değildir. Âşık Veysel, Karacaoğlan, Dertli, Pir Sultan Abdal ve Ruhsati vs. ustaların şiirlerinden 5 parça okur. Söz konusu okunan türkülerin ilk dörtlükleri şöyledir:

 

Seherde ağlayan bülbül

Sen ağlama ben ağlayım

Ciğerim dağlayan bülbül

Sen ağlama ben ağlayım

***

Takdirden gelene tedbir kılınmaz

Ne kılayım çare ben şimden geri

Yaram türlü türlü merhem bulunmaz

İstersen merhem çal şimden geri

***

Ne ötersin dertli dertli

Dayanamam zara bülbül

Hem dertliyim hem firkatli

Yakma beni nara bülbül

***

Mecnunum Leylamı gördüm

Bir kerece baktı geçti

Ne sordum nede söyledi

Kaşlarını yıktı geçti

***

Ben meylimi üç güzele düşürdüm

Biri şemsi biri kamer ille Elif

Bunların aşkıyla aklım şaşırdım

Biri şemsi biri kamer ille Elif

 

    Program sonrasında Âşık Veysel’e 10 lira harcırah verilmek istenir. Âşık Veysel, “Siz bize değer verip buralara kadar çağırdınız; asıl bizim size vermemiz gerekir” diyerek almak istemez, zorla eline 5 lira verirler. Âşık Veysel, bu davranışı ve yarışmada, gösterdiği içtenliği, dürüstlüğü ve yeteneği ile Ahmet Kutsi Tecer’in dikkatini üzerine çeker ve aralarında derin bir dostluk başlar.

 

    Üç gün süren bayram sonrası Tecer, iştirak eden âşıklara “Halk Şairi” olduklarına dair bir belge (Âşıklık Belgesi) verir. Bu belge, gezici âşıklara gittikleri yerlerde çok kolaylıklar sağlar. Yapılan bu etkinlikle, Ahmet Kutsi Tecer Âşık Veysel’in hem ayağının hem dilinin bağını çözer. Âşık Veysel, bu bayramla ile ilgili hatıralarında şunları anlatır:

 

    “Bayram üç gün devam etti. Üç gün çaldık çağırdık. Sonra serbestledik, Ahmet Kutsi Bey, işte o geceden sonra “Halk Şairi” olduğumuza dair bize birer kâğıt verdi.  O zamanın zihniyeti dolayısıyla elimizde sazla bir kasabaya bile gidemiyorduk. Hem ayıp, hem günah sayılıyordu. Sadece köylerde dolaşıyorduk. Düğün ve eğlence olduğu zaman alıp bizi götürürlerdi. Ayağımızın bağını Ahmet Kutsi Bey çözdü. Elimize verdiği kâğıtla serbestçe dolaşma imkânına sahip olduk” (Aslanoğlu, 1964: 8).

 

    Âşık Veysel ilerleyen yıllarda da “Halk Şairleri” etkinliklerine usta sanatçı olarak çağrılır. İşte yapılan etkinliklerden bazıları. 30 Ekim 1964’te Sivas’ta General Fuat Doğu’nun girişimleriyle II. Sivas Halk Şairleri Bayramı düzenlenir. Bu bayrama tamamı Sivaslı âşıklardan olan; Dertli Haydar (Haydar Özdemir), Seyit (Seyit Türk), Ali (Ali Akış), Cehdi (Veysel Cehdi Kut), İzzeti (Ali İzzet Özkan), Feryadi (Mustafa Feryadi Çağıran), Ali (Ali Tozkoparan), Derdiment (Fatma Ofloz), Veysel (Veysel Şatıroğlu), Hamit (Hamit Şeker) iştirak etmişlerdir (Özen, 1998: 20).

 

    ***

    1967’de yine Sivas’ta TCDD sinema salonunda Halkbilimci İbrahim Aslanoğlu’nun sunuculuğunu yaptığı kalabalık bir âşığın katıldığı bir bayram yapılır. Bayrama; Âşık Veysel, Bekir Kılıç, Derdiment (Fatma Ofloz), Haydar Aslan, Seyit Yalçın, İcazet, Sefil Selimî, Sanatî, Şevki Esen, Veysel Cehdi Kut katılmışlardır.

 

    ***

    Âşık Veysel, 28-30 Ekim 1967 yılında yapılan Konya II. Âşıklar bayramına davet edilen yirmi altı âşıktan birisidir. Âşık Veysel bu bayramda yarışmamış, yaşı ve mesleğine saygıdan dolayı jüri üyesi olarak bulunmuştur (Özder, 1967: 461-462).

 

    ***

    Sivas’ta bir başka faaliyet de 23 Haziran 1969 Salı günü saat 21.00’de Esen Sineması’nda yapılmıştır. Geceye, Ali İzzet, Âşık Veysel, Devranî, Derdiment (Fatma Oflaz), Feryadî, Feymanî, Hasan Yüzbaşıoğlu (Mihmanî), Hüdaî, İsmet Namlı ve Selmanî katılmışlardır.

 

 

    2.2. Halkevleri ve Âşık Veysel

 

    19 Şubat 1932’de resmen açılan halkevleri, Atatürk’ün direktifleriyle kurulmuş ve kısa zamanda Türkiye’nin dört bir yanına yayılmış çok önemli bir kültür kurumudur. Halkevleri bünyesindeki Dil, Tarih, Edebiyat, Folklor şubeleri bir yandan folklor ürünlerini derlemiş, yayımlamış, diğer yandan da oyun ve müzik toplulukları kurarak, halk şairlerini halka dinleterek, gölge-orta oyunu temsilleri yaparak, el sanatları kursları, sergiler açarak folklor değerlerimizin yaşamasını sağlamıştır (Tan, 200: 36-37).

 

    Halk kültürü ile iç içe olan ve kültür malzemelerinin derlenip yayımlanmasında büyük emeği geçen halkevleri, Âşık Veysel’in şiirlerinde hak ettiği değeri bulmuştur. Âşık Veysel, halkevleri ile ilgili olarak iki müstakil şiir söylemiştir. Halkevlerinin kuruluşu ve gayesinin ele alındığı bu şiirinde halkevlerinin halkın ortak malı olduğu, ilim, irfan ve faziletle dolu olduğu ve kuruluş gayesinde Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün emeği olduğu dile getirir (Oğuzcan, 1973: 281).

 

Sarsılmaz halkevi sağlam temeli

Işık tutar halka yorulmaz eli

Halka hizmet kuruluşu emeli

Atatürk sesi var halkevlerinde

 

    Konu ile ilgili bir başka şiirinde de, halkevlerinin kuruluşundaki yapılanması (Teknik Araştırma Kolu, Spor Temsiller Kolu, Edebiyat Kolu, Güzel Sanatlar Mimari Kolu vb.) ele alınmıştır.

 

Bir kolu var edebiyat

Bir cevher ki yetmez fiyat

Ehli aşka verir kuvvet

Halkın evi hakkın evi

 

 

    2.3. Atatürk’e Yazdığı Destanla Ankara Yolculuğu

 

    Âşık Veysel, 1931 yılında I. Sivas Halk Şairleri Şenliği’nin ardından gelişen bazı olumlu olaylar Veysel’in gönül dilinin iyice açılmasına sebep olmuştur. O yıllara kadar Sivrialan çevresinde tanınan, düğünlerde çalıp söyleyen Veysel, bu yıllardan itibaren kabuğundan çıkacak, önce Türkiye’nin sonra da Türk dünyası dediğimiz geniş bir coğrafyanın âşığı olacaktır (Özen, 1998: 16).

 

    Onun kendisine ait ilk şiiri ve konusu da anlamlıdır. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin onuncu yılı dolayısıyla Halkevleri, Ahmet Kutsi Tecer’in direktifleriyle Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük asker ve devlet adamı Mustafa Kemal’in adına bir şiir yarışması düzenlemiştir (Aslanoğlu, 1964: 13). Âşık Veysel, bu hususu hatıralarında şöyle anlatır:

 

    “Bizim nahiyede (Akçakışla) Ali Rıza isminde bir müdür vardı. Cumhuriyetimizin onuncu yıldönümüne bir şiir veya destan hazırla” diye bana beş-on gün evvel haber vermişti. İşte biz de o zamanlar bir destan hazırladık, nahiyeye gittik. İlk defa da orada okudum. İlk deyişim budur.”

 

Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası

Kurtardı vatanı düşmanımızdan

Canını bu yolda eyledi feda

Biz dahi geçelim öz canımızdan

 

    “Nahiye müdürü şiiri beğendi. Benden aldı Ankara’ya gönderirim diye. Bekledik. Geldi, gelecek, Atatürk duyar, bizi ister falan bir ümitle hayli bir zaman bekledik”

 

    Âşık Veysel, Ata’ya söylediği destanı okumak için 1933’ün son aylarında Ankara’ya gitmek üzere İbrahim Tutiş’le yola çıkarlar. Yaya olarak Akdağmadeni, Yozgat köylerinden, Çorum, Çankırı, Çubuk köylerinden geçip karakışta yola çıkan bu iki arı gönül, bu iki insan örneği, üç ay yol çiğneyerek Ankara'ya geliyorlar. Veysel ve arkadaşı İbrahim, Ankara'da konuksever tanıdıkların evlerinde kırk beş gün misafir kalıyor. Destanı Atatürk'e getirmek hevesiyle geldiğini söylüyorsa da destanı Atatürk'e okumak kısmet olmuyor. Ancak, Hâkimiyeti Milliye (Ulus) Basımevinde destanı gazeteye veriliyor. Destan gazetede üç gün boyunca yayınlanıyor. Bundan sonra da bütün yurdu dolaşmaya, dolaştığı yerlerde çalıp-söylemeye başlıyor. Seviliyor, saygı görüyor. Gazeteci Mustafa Ekmekçi, Âşık Veysel’le yaptığı ve 2 Ocak 1973 tarihli Yeni Ortam Gazetesi’nde yayınladığı röportajda Ankara yolculuğuna ayrıntılı bir şekilde yer vermiştir.

 

 

Âşık Veysel İstanbul’da

 

    Cumhuriyet’in 10. yılında Atatürk için bir destan yazan Âşık Veysel’in o dönem Ulu Önder ile Ankara’da görüşme girişimi başarısız olur. Âşık Veysel o durumunu şöyle anlatır; “Ne bilelim köylülük bir, cahillik iki, körlük üç, çaresizlik döndük geldik” der. Giderek popüler olan Âşık Veysel’e İstanbul Radyosu’ndan davet gelir.

 

    Âşık Veysel’in, ikinci büyük olayı da İstanbul yürüyüşüdür. Ata’ya duyuramadığı şiirini mutlaka ulaştıracaktır. Bu sefer yine İbrahim Tutiş’le yollara düşer. 1930’lu yıllarda Türkiye’nin insanına açılabildiği tek ses İstanbul’dadır. Mustafa Baydar’ın Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar adlı kitabında yer alan söyleşiden alıntıladığımız bu güzel ve bir o kadar da hüzünlü anıyı Âşık Veysel şöyle anlatmıştır:

 

    “İzmir’de Umum Tütün Mağazaları’nın müdürü vardı. İsmi herhalde Nihat olacak. O, Doktor Temirali, mimar Necmeddin, mimar Ömer hep birlikte Necmeddin Bey’in evinde toplandık. Sanat meraklısı olan bu ev sahibi, benim hayatımı yazdıktan sonra Yedigün Mecmuası’na bir mektup yolladı. Bize de bir mektup verdi, “Gidin Yedigün Mecmuası’nın başmuharririne bunu verin” dedi. Biz oradan Balıkesir-Bandırma yoluyla gelirken yolda Mecmuayı gördük.

 

    Tercüme-i halimiz çıkmıştı. Sonra İstanbul’a geldik, muharriri bulduk, mektubu verdik. Biz tabii ne yazdığını bilmiyoruz. Muharrir mektubu okudu. O da bir mektup yazarak bize verdi, ‘Gidin bunu Tokatlıyan Han’da Mesut Cemil Bey var, ona verin’ dedi. Gittik. Mektubu verdik. Açtı okudu.

 

    Önceleri, İstanbul Radyoevi Tokatlayan Han’da faaliyet göstermektedir. Radyoevi müdürü Mesut Cemil Bey’dir. Veysel, biyografisini ve şiirlerini dergisinde yayımlayan Yedigün Mecmuası yazarının tavsiye mektubunu Mesut Cemil Bey’e götürür (Baydar, 2015: 59).

 

    Âşık Veysel İstanbul Radyosu’nda

 

    Mesut Cemil Bey:

 

    “Mektuba baktım adamlara baktım, acaba ne söyleyecek? Ne biliyor? Çalın bir dinleyelim” der.

 

    Mesut Cemil Bey o günlere ait bu eski hatırayı kendisi aynen şöyle anlatır: “Mektuba baktım, adamlara baktım, acaba bu ne söyleyecek?’ Ne biliyor, hiç matlup (istemek, aramak) etmiyorum bundan bir şey. Çalın bir dinleyeyim, dedim.”

 

-Âşık Veysel:

 

Seherde ağlayan bülbül

Sen ağlama ben ağlayım

Ciğerim Dalayan bülbül

Sen ağlama ben ağlayayım bunu çaldık. Ondan sonra,

 

Mecnunum Leyla’mı gördüm

Bir kerrece baktı geçti

Ne sordum ne de söledi

Kaşlarını yıktı geçti bunları çalınca, “Akşam 8’de gelin” dedi ve ağladı.

 

    Akşam saat 8’de vardık. Mikrofonun başına oturunca bize şu öğüdü verdi. “İyi söyleyin, sizi dünyanın her tarafı dinleyecek.” Ben zannettim, buradan Almanya’ya, Amerika’ya sesi duyurmak için bağırmak lazım, alabildiğime hızlı söyledim.

 

    O şarkıyı bitirdikten sonra ikinciye gelince Mesut Cemil,“Hiç kendini üzme, en hafif de söylesen duyulur, yalnız kelimeler açık olsun, öksürük filan itmen” dedi.

 

    Neşriyatımızı bitirdikten sonra bir de baktık ki deste deste kurdelelerle bağlanmış çiçekleri masanın üzerinde doldurdular. Mesut Bey, “İstanbul halkı sizi çok sevdi” dedi. Biz oradan çıktık. Bizi Arapkirli Mehmet Efendi namında biri bekliyormuş. Kuledibi’nde bir apartmanda kapıcı imiş adam. Bizi aldı evine götürdü.

 

    Biz çıktıktan yarım saat sonra Atatürk rahmetli telefon etmiş radyoya, ‘Onlar kim ise bana gönderin’ demiş. O kör talih orada da yolumuzu kesti. Cevap vermişler. “Çıktı, adreslerini bilmiyoruz.”

 

    Polis Müdüriyeti’ne emir vermiş, “Bunları bana bulacaksınız” demiş. Saat 12’ye kadar polisler İstanbul’un her tarafını aramışlar, yok.

 

    Sabahleyin Raydoevi’ne gelince Mesut Cemil Bey, ‘Neredeydiniz yahu, bir fırsat kaçırdık ki’ dedi. Neymiş” dedik. Meseleyi bize anlattı. Ah, ne yapalım, başka türlü çare nasıl bulunur? diye sordum…

 

    ‘Yaver Şükrü Bey’e bir mektup yazayım da gidin oraya kadar, bakalım ne çıkar, talihe’ dedi.

 

    Mektubu aldık, koynumuza koyduk, sazımızı elimize aldık. Dolmabahçe Sarayı’na kadar Fındıklı tarafından geldik, askerler var, bırakmadılar. Tramvay yahut Beşiktaş tarafındaki kapıya geldik.

 

    Sarayın alt katına kadar vardık. Orada sazları filan görünce, ‘Ne var, ne istiyorsunuz?’ dediler. Yaver Şükrü Bey’i göreceğiz dedik. Haber verdiler, Şükrü Bey geldi, mektubu verdik, açtı okudu.

 

    ‘Evet, akşam 12’ye kadar aradık ve bulunmadınız. Malum ya o bir keyif zamanı idi. Şimdi söylemek icap etmez ve söyleyemem. Eğer öyle bir zamanda hatırlayacak olursa ben sizi yılanın deliğinde de olsa bulurum’ dedi ve adresimizi aldı, bizi içeri almadı.”

 

    “Hala o geliş bu geliş. Kısmet olmadı. Hatta bazı gazetelere şöyle yazı verdim. Ben Atatürk’ü çok seviyorum. Ama herkes gerek şahsen, gerek fotoğrafından görüyorlar, istifade ediyorlar. Ben ise bunların hepsinden mahrumum. Kulaklarımla sesini işitmeyi candan arzu ediyorum” dedimse de kısmet olmadı” (Baydar, 2015: 59-73).

 

    Böylelikle Âşık Veysel’in Atatürk’le yüz yüze gelmesi nasip olmaz. Âşık Veysel bu olayın geçtiği tarihin 1935 olduğunu bir anısında anlatır.

 

 

    2.5. Âşık Veysel İstanbul’da Plak Dolduruyor

 

    Âşık Veysel, İstanbul Radyosu’nda program yaptığı yıllarda bir de plak doldurur (türkü okur). Kısa sürede plakları çok tutulan Âşık Veysel artık her evde, her kahvede, kısacası insanın olduğu her yerde aranan bir âşık olur. Plağa okuduğu ilk türkü (Mecnunum Leylamı Gördüm) Bu eser İğdecikli Âşık Veli’nindir. Ancak yazılı kaynaklarda Emlek yöresinin ünlü ozanlarından Âşık İzzeti’ye aittir denilmektedir (Turan, 1994: 20).

 

Mecnun’um Leylamı gördüm

Bir kerecik baktı geçti

Ne sordum ne de söyledi

Kaşların yine yıktı geçti

 

    Âşık Veysel, ilk plağa okuduğu türkü için hatıralarında şöyle demektedir:

 

    “Türkiye’de sazla plağa ilk türküyü ben okudum. ‘Mecnunum Leyla’mı gördüm’ çok tutuldu. Kırılırsa bir daha bulamam düşüncesiyle aynı plaktan, ikişer üçer tane alan olduğunu duydum” (Aslanoğlu, 1967: 24).

 

    Âşık Veysel’e bu plaklardan dolayı önemli miktarda telif hakkı ödeniyor. Âşık Veysel konuyla ilgili şöyle diyor:

 

    “İlkin, Mecnunum Leylamı Gördüm’ü doldurdum. İki plak daha doldurduk ve üçüne 275 TL verdiler. Devrikim sene 50 TL cep harçlığı yollayıp çağırdılar, geldik; bu defa sağ olsunlar 3 plağı 400 Liraya doldurttular. Sonrasını pek hatırlamıyorum şimdi.”

 

 

    5.6. Köy Enstitüleri ve Âşık Veysel

 

    1940 yılında öğretmen açığını kapatmak amacıyla kurulan Köy Enstitüleri’nde kültür, tarım ve teknik konulu dersler veriliyordu. İlkokulu bitiren köy çocuklarının alındığı bu okullarda beş yıllık bir müfredat uygulanıyordu.

 

    Okullar tarıma elverişli arazisi olan köylerin yakınlarında kuruldu. Amaçlarından biri de köylülerin alternatif tarım tekniklerini öğretmekti. Arıcılık bilinmeyen köylüye arıcılık, bağcılık bilinmeyen köylüye bağcılık öğretiliyordu. Enstitüye atanan öğretmen gittiği köyde okul binasını köylülerin yardımıyla yapabilecek kadar inşaat bilgisi de öğreniyordu. Köy enstitüsünü bitiren bir öğretmen sadece bir ilkokul öğretmeni olmuyor aynı zamanda ziraatçılık, sağlık işleri, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk konularını da uygulamalı olarak öğreniyordu. Enstitülerin hepsinin kendisine ait tarım arazileri, atölyeleri vardı. Bu sayede öğretmenler kendi okullarını gittiği köyde köylülerin işbirliği ile inşa ediyor ve devletin okul yapmasına gerek kalmıyordu. Hasanoğlan Köy Enstitüsü, diğer köy enstitülerini kuran Köy Enstitüsü öğrencileri tarafından inşa edilmişti. Köy Enstitüleri’nden mezun olan öğretmenlere yetiştirildikleri branşa ve gönderilecekleri köye göre 150 parçaya varan alet ve edevat veriliyordu. Öğretmenler bu alet ve edevat ile köylülerin de yardımıyla köy okulunu inşa ediyor ve köylülere hem modern tarım tekniklerini hem de okuma yazmayı ve hatta geleneksel müzik aletleri çalmayı öğretiyordu (Özen, 1998: 32).

 

    Ahmet Kutsi Tecer, dönemin İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’a önermesiyle Âşık Veysel saz öğretmeni olarak Köy Enstitüleri’nde işe başlamıştır. Sırasıyla, Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Kastamonu, Yıldızeli ve Akpınar Köy Enstitülerinde saz öğretmenliği yapmıştır. Bu okullarda Türkiye’nin kültür yaşamına damgasını vurmuş birçok aydın sanatçıyla tanışma olanağı bulmuş şiirini iyiden iyiye geliştirmiştir.

 

    Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanlığı döneminde dünya klasiklerini Türkçeye tercüme ettirmişti. Köy enstitüleri öğrencileri her sene 25 adet klasik romanı okumakla yükümlüydü. Bu sayede zeki köy çocuklarından engin entelektüel birikimleri olan aydınlar oluşuyordu. Bu aydın köy öğretmenleri en az bir tane müzik aletini çalmasını da öğreniyordu. Âşık Veysel Köy Enstitüleri’nde müzik derslerinde öğrencilere bağlama çalmasını gösteriyordu (Oğuz, 1973, s. 222-223).

 

    Âşık Veysel en iyi şiirlerini Köy Enstitüleri döneminde yazmıştır: “Esti Bahar Yeli Karlar Eridi”, “Açtı Bahar Çiçekleri Ada’nın” şiirlerini Arifiye’de, “Mektup”, “Gidiyorum Gündüz Gece” “Hayran Oldum O Dallara, ve Sazıma,” şiirlerini Hasanoğlan’da, en ünlü şiirlerinden “Kara Toprak”ı da Çifteler Köy Enstitülerinde yazmıştır.

 

    Köy Enstitülerinde öğretmenlik yapması ve konserler vermesini Âşık Veysel şöyle anlatmaktadır:

 

    “Köy Enstitüleri’nin faaliyete geçtiği yıllarda Ahmet Kutsi Bey’in yardım ve delaletleriyle bana da görev verdiler. İlk önce Adapazarı Arifiye Köy Enstitüsüne gönderildim (1941). Orada bir yıl kaldım. Sonra Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde çalıştım (1942). Üçüncü olarak Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü’nde göreve başladım (1943). Daha sonra Kastamonu Göl Köy Enstitüsü’nde görev yaptım (1945). En son görevim Samsun Lâdik Akpınar Köy Enstitüsü’ndeki saz öğretmenliğimdir (1946). Bir daha da Köy Enstitülerine dönmedim. Yalnız sonraki yıllarda Çanakkale’nin Savaştepe, Erzurum’un Pulur, İstanbul’un Kepirtepe, Malatya’nın Akçadağ ve Adana’nın Düziçi (şimdi Osmaniye’nin) Köy Enstitülerinde konserler verdim” (Aslanoğlu, 1998: 67).

    Âşık Veysel, ekmek yediği kapı olan ve şiir dünyası üzerinde inkâr edilemez tesirleri bulunan Köy Enstitüleri üzerine müstakil bir şiir söylemiştir (Oğuz, 1973: 223-225).

 

Enstitü bir kovana misaldir

Her türlü çiçekten alır bal yapar

Yurdumuz için de doğru bir yoldur

Memlekete kanat takar, kol yapar

 

    Âşık Veysel, Köy Enstitülerini bal veren bir kovana benzettikten sonra cehaletle mücadelede Köy Enstitüleri’nin görevlerini dile getirir. Çünkü o, ülkenin en büyük sıkıntısının cehalet olduğunu bilmektedir. Bu arada Köy Enstitüleri’ndeki öğretmelerin çalışmaları da Âşık Veysel’in dikkatinden kaçmamaktadır.

 

İresim yaparlar plan çizerler

Çözülmedik düğümleri çözerler

Bir kısmı şairdir şiir yazarlar

Kimi saz düzenler kimi tel yapar

 

 

2.7. Âşık Veysel’e TBMM’de Maaş Bağlanıyor

 

    1952 yılında İstanbul’da Folklor Edebiyat Dergisi sahibi İhsan Hınçer tarafından adına büyük bir jübile düzenlenen Âşık Veysel’e 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından “ana dilimize ve millî birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı” özel bir kanunla vatanî hizmet tertibinden aylık bağlandı. Sağlığında, şiirlerini çalıp söylediği plakların yanında, 1953 yılında yönetmenliğini Metin Erksan’ın yaptığı “Karanlık Dünya”, 2016 yılında da yönetmenliğini Bilal Babaoğlu’nun yaptığı “Âşık” adlı film yapıldı.

 

 

    2.8. Son Konseri, Hastalığı, Vasiyeti ve Ölümü

 

    Yıllarca, çeşitli vesilelerle yurdun muhtelif yörelerinde düzenlenen programlara katılan Âşık Veysel son konserini 15 Ağustos 1971’de Hacı Bektaş Kasabası’nda verir. Sahnede son söylediği türküsü “Benim sadık yârim kara topraktır” olmuştur. O yıllarda yanından hiç ayrılmayan oğlu Ahmet Şatıroğlu konserle ilgili şunları anlatmaktadır (Özen, 1998: 15-20).

 

    “Babam, son olarak 15 Ağustos 1971’de Hacı Bektaş Turizm Derneği tarafından çağrılmıştı. İlk günü sahneye çıktı. Salon tıklım tıklım dolu idi. Halk “Toprak” şiirini istedi. Babamda: ‘Sayın seyirciler! Zaten bir avuç toprağım var O da üstümü örtecek, size neyimi vereyim’ dedi ve Toprak’ı okumaya başladı; fakat bitiremedi sahneden ayrılmak zorunda kaldı. Ertesi sabah hastalandı. Bu, onun son konseri oldu” (Alkan, 1991: 27).

 

    Âşık Veysel, artık günden güne güçsüzleşir. Muayene ettirilir, akciğer kanseri olduğu anlaşılır. Etrafındakilerin ihtimamı daha da artar.

 

    Âşık Veysel, 21 Mart 1973 günü bir Nevruz günü sabahına doğru saat 3.30’da doğduğu köy olan Sivrialan’da, şimdi adına müze olarak düzenlenen evde ölür. Âşık Veysel’in ölümü bütün yurtta büyük üzüntü yaratır. O tarihe kadar hiçbir âşığa nasip olmayan ilgi gösterilir. Gazete ve televizyon muhabirleri, kültür ve sanat adamaları akın akın Sivrialan’a gelirler. Âşık Veysel’e yaraşır bir defin töreni yapılır. Âşık Veysel, 22 Mart 1973 günü vasiyeti gereği annesi Gülizar’ın kendini doğurduğu yere defnedilir. Defnedilmeden önce değerli Halkbilimci Kutlu Özen tarafından Âşık Veysel’in maskı alınır. Özen’in aldığı masktan, Âşık Veysel Müzesine, mezarına ve Cumhuriyet Üniversitesi Âşık Veysel Alanına büstler yapılıp konulur (Özen, 1982: 10-11). O tarihten itibaren ölüm yıl dönümlerinde köyünde ve yurt genelinde yapılan törenlerle anılmaya başlanır.

 

    Veysel hakkında bugüne kadar yüzlerce makale, bildiri, konferans, radyo televizyon yayını anma günleri de dâhil olmak üzere çok çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bugüne kadar Veysel'le ilgili 39 kitap yayımlanmıştır. Milliyet Sanat Dergisi, Sivas Folkloru Dergisi, Türk Folklor Araştırmaları, Maya Dergisi, Halk Ozanlarının Sesi gibi dergiler bir sayısını Âşık Veysel Özel Sayısı yapmıştır. Bunların dışında ülke dışında da onun hakkında İngilizce ve Fransızca makaleler çıkmıştır. Ölümünün Onuncu Yılında Diğer âşıkların Âşık Veysel için söyledikleri “Âşık Veysel’e Deyişler”de bir kitapta toplanmıştır (İvgin –Nasrattınoğlu, 1983). Bunlara bakarak edebiyatımızda hakkında en fazla çalışma yapılan âşığın Veysel olduğunu söyleyebiliriz.

 

    Âşık Veysel’in üç şiir kitabı vardır. İlk şiir kitabı olan Deyişler 1944’te Ankara’da Halkevleri Genel Merkezi’nce yayımlandı. Şiirlerini daha sonra Sazımdan Sesler (1949) adlı kitapta topladı. Bütün şiirlerini bir araya getirdiği Dostlar Beni Hatırlasın (1970) ise son kitabıdır.

 

    2. 10. Sivas’ta Yasaklanan Heykeli

 

    Âşık Veysel’in ölümünden önce ve sonra vaat edilenler bir bir yerine getirilir. Hürriyet gazetesinin düzenlediği kampanya ile sağlanan parayla Prof. Dr. Kenan Yontuç tarafından Âşık Veysel’in yapılan heykeli, Sivas’a dikilecektir. Ancak, buna Sivas İl Genel Meclisi izin vermez. Şaşkınlık yaratan bu gelişme Aşık Veysel’in kişiliğine uygun bir gelişme değildir.  Devletin Meclisi, Türk diline, kültürüne, birliğimize katkılarından dolayı, Âşık Veysel’e maaş bağlıyor. Âşık Veysel ki, kişi olarak her zaman birlik ve beraberliği savunmuş, bunun için bir şiirinde şu ifadelerde bulunmuştur:

 

Çalışalım kurtulalım buhrandan

Nedir senlik benlik usandık candan

Irkımız neslimiz aynı bir kandan

Yurdun yaraların saralım gardaş

 

    Âşık Veysel, Alevi-Sünni, Türk-Kürt ayrımı yapmamış, toplumun hemen her kesiminden sevgi ve saygı görmüştür. Gel gör ki, bir “Kızılbaş’ın” heykelini, Sivas’ın göbeğinde, Cıbıllar Parkı’nda görmek istemeyen hoşgörüsüz, kadir kıymet bilmez softalar, her zaman olduğu gibi, yine etkili oluyor (Kaymak, 2008: 109-110). Heykeltıraş Kenan Yontuç’a yaptırılan Âşık Veysel’in heykeli, daha sonra İstanbul’da Gülhane Parkı’na dikiliyor (24 Kasım 1973).

 

    Âşık Veysel’in evi bakanlık tarafından kamulaştırılır. Onarıldıktan sonra 21 Mart 1982’de Sivas Valisi Şükrü Er tarafından müze olarak açılışı yapılır (Yonal, Sivas Folkloru Sayı 5. 1973, s. 22).

 

 

3. Kişiliği ve Toplumculuğu, Şiirlerini Nasıl Yazar Söylerdi? Âşık Veysel’in Etkilendiği Âşıklar, Âşık Veysel’den Etkilenen Âşıklar, Âşıklık Geleneği ve Âşık Veysel, Âşık Veysel’in Şiirlerinin Özellikleri,

 

 

    3.1. Kişiliği ve Toplumculuğu

 

    Âşık Veysel, Atatürk Devrimleri’ ne, Cumhuriyet’e gönülden bağlı, samimi, dürüst hoşgörülü, şakacı bir insandır. Âşık Veysel’in kişiliği de, dünya görüşü de doğal olarak yaşadığı çağda ve ortamda oluşmuştur. Ayrıca bu olguda, Halkevleri ve Köy Enstitülerinin payı vardır. Ünlü yazar Yaşar Kemal’in bir yazısında belirttiği gibi, “Veysel yeni bir Veysel olduysa, bu yıllarda oldu” görüşü bizce de doğrudur” der (Kaymak, 2008: 39).

 

 

Şiirlerini Nasıl Yazar Söylerdi?

 

    Öyle ya, gözleri görmediği ve okuryazar olmadığı hâlde, şiirlerini nasıl yazar ve aklında nasıl tutardı. Bu konuda eşi Gülizar ananın Veysel Kaymak’a anlattığına göre: “Veysel şiir yazarken (daha çokta geceleri), arının oğul verirken çıkardığı uğultuya benzer bir şekilde mırıldanırdı” demiştir. Âşık Veysel’in sazı için söylediği aşağıdaki mısraları Gülizar ananın anlattığını doğrular nitelikteydi.

 

Sen petek misali Veysel’de arı

İnleşir beraber yapardık balı

 

    Âşık Veysel, ilk yıllarında bilinen deyimle “usta malı” çalıp söylemektedir. Daha sonraki yıllarda ise, kendi deyimiyle “dilinin bağı çözülmüş”, usta malı söylemenin yanında, kendi yazdığı şiirlerine de yer vermiştir. Üstelik bu şiirlerine en uygun düşen havaları (besteler) bulup çıkarmıştır. Bu aynı zamanda Âşık Veysel’in çok önemli bir özelliğidir. Okuduğu türkülerine uygun havalar bulur. Âşık Veysel’in belleği bir hayli kuvvetlidir. Yıllar önce tanıştığı birini, sonradan karşılaştığında, sesinden tanıması gibi, kulaktan öğrendiği yüzlerce şiiri de ezbere bilir, çalar söylerdi (Kaymak, 2008: 110-112).

 

    Âşık Veysel, şiirlerini nasıl söylediği konusunda İbrahim Aslanoğlu’na şunları anlatmıştır: “İçime doğduğunca söylemeye başlarım. Dizeler aklıma art arda gelir. Onu defalarca tekrarlar aklımda tutmaya çalışırım. Beste yapacaksam, bestelerim. Yapmayacaksam hemen bir deftere yazdırırım. İşte o zaman şiir bana mal edilmiş olur. Başlayıp da bitiremediğim şiir olmadı, ama kaybolan şiirlerim olmuştur” (Aslanoğlu, 1998: 18).

 

 

Âşık Veysel’in Etkilendiği Âşıklar

 

    Âşık Veysel’in yetişmesinde pay sahibi olan ilk usta Çamşıhlı Ali Ağa’dır. Âşık Veysel, Ali Ağa sayesinde Kul Abdal’ı, Erzurumlu Emrah’ı, Tarsuslu Sıtkı’yı, Hüseyin’i, Kale köylü Kemter Baba’yı ve İğdecikli Âşık Veli’yi tanımıştır. Âşık şiiri vadisinde ilerlemesinde bu âşıklara ait şiir öğrenmesinin önemli rolü olmuştur. Ayrıca Âşık Veysel’in pek çok ifadesinde, Pir Sultan Abdal’ın, Kul Mustafa’nın, Kul Mehmed’in ve Ruhsati’nin Âşık Kerem’le Âşık Garib’in etkileri açıkça kendisini hissettirir. Söz konusu Âşıkların şiirleri tek tek incelendiğinde bu açıkça görülecektir. Halkbilimci Metin Turan (2009: 153-157), bu benzerlikleri tespit etmiştir.

 

    Âşık Veysel, bu âşıklardan etkilendiği hâlde şiirlerinde Pir Sultan’ın dışında hiç birinden söz etmemiştir. Şiirlerinde âşık olarak Karacaoğlan, Dertli, Pir Sultan Abdal ve Ruhsati, divan edebiyatı şairlerinden Ömer Hayyam, Mevlânâ, Hallac-ı Mansur; tekke edebiyatı şairlerinden Yunus Emre, Sadık ve Hacı Bektaş Veli yer almaktadır. Ayrıca, Ümit Yaşar’da Veysel’in sevdiği ve şiirlerinde işlediği şairler arasında yerlerini alırlar. Adı geçen şair ve düşünürlerden Hacı Bektaş Veli, Neyzen Tevfik, Mevlânâ ve Ümit Yaşar’la ilgili müstakil şiirler söylemiştir.

 

 

Âşık Veysel’den Etkilenen Âşıklar

 

    20. yüzyıl âşıklarından hemen hepsi, Âşık Veysel’in ardından şiirler söylemiş, şiirler yazmış, onun özelliklerine yer vermiştir. Hatta bazıları birkaç şiir vücuda getirmiştir. Bu bakımdan, Âşık Veysel hakkında âşıkların söylediği şiirler, çeşitli yazarlarca kitap hâline getirilmiştir (Durbilmez,  1999: 18-25)

 

    Âşık Veysel’in etkilediği âşıklar içinde Orta Anadolu’da yaşayan âşıklar başta gelir. Sözgelişi sırf Kayseri Yöresinde yaşayan “Meydanî, Hasreti, Ali Çatak, Yanık Umman, Gözübenli Sefai, Devai, Gemerekli Âşık Işık, Hüseyin Çırakman, Kul Mustafa, Mensubi” gibi âşıkları etkilenen âşıklar içinde zikredebiliriz (İvgin, Nasratınoğlu, 1983: 88).

 

 

Âşıklık Geleneği ve Âşık Veysel

 

    İslâmiyet öncesi dönemdeki ozanlık geleneğine kadar dayanan halk şairliği, 15. yüzyılın sonlarından itibaren “âşık” terimi ile anılmaya başlamıştır. 16. yüzyıldan günümüze kadar gelişerek ve değişerek devam eden âşıklık geleneği; Karacaoğlan, Ercişli Emrah, Âşık Ömer, Gevheri, Dadaloğlu, Şenlik, Ruhsâtî, Murat Çobanoğlu vs. gibi birçok ismi edebiyatımıza kazandırmıştır. Bu önemli isimlerden biri de Âşık Veysel’dir (Altun, 2005: 34)

 

    Şiirlerinden birçoğu türkü ve şarkı olarak bestelenip söylenen Âşık Veysel’in, gelenekteki yeri tespit edilmeye çalışılmıştır. Bilindiği gibi âşıklar arasında, geçmişten günümüze süregelen bazı uygulamalar vardır. Bunlar, çoğunluk tarafından kabul gördüğü için gelenek hâline gelmiş ve zamanla bir “âşıklık geleneği” oluşmuştur.

 

    Âşıklık geleneği; “saz çalma”, “mahlâs alma”, ”bâde içme”,“ rüya ve sonrası âşık olma”, usta- çırak-ilişkisi”, “âşık karşılaşmaları / atışma”, “leb-değmez söyleme”, “muamma sorma”, “tarih bildirme” ve “dedim-dedi” tarzı şiir söyleme gibi icralardan oluşmaktadır.

 

    Âşık Veysel’in sanatçılık yanı, bu maddelere göre araştırıldığında; saz çalma, mahlâs alma, usta-çırak ilişkisi (kısmen) ve tarih bildirme konularında âşıklık geleneğine uymasına karşılık; onun rüyada pir elinden bâde içmediği, lebdeğmez, muamma, atışma ve soru cevap şeklinde dedim-dedi tarzı şiir söyleme özelliklerine sahip olmadığı görülmektedir (Günay, 1999: 171-177)

 

 

Âşık Veysel’in Şiirlerinin Özellikleri

 

    Âşık Veysel, hemen her konuda şiirler söylemiştir. Şiirleri orijinaldir ve kendisine özgüdür. Bunu ezgileri, saz çalma tekniği ve sesi ile bütünleştirince haklı olarak şöhrete ulaşmıştır. Âşıklar, yaşadıkları çağın olaylarını, halkın sosyal durumunu, şahsi düşüncesini, kanaatini, dünya görüşünü yansıtan sanatçı kişilerdir. Konulara yaklaşımı ve onları şiirlerinde ele alıp yansıtabilme gücü oranında toplumda kendilerine yer bulurlar. Şayet, bir âşık, ait olduğu çağda adından söz ettirebilmişse, bunda, şiir gücünün yanında onun biraz da toplumu ilgilendiren konulara ve toplumun meselelerine karşı duyarlı olmasının rolünü düşünmek gerekir. Bir başka deyişle toplum, kendisine en yakın bulduğu aşığı sever ve onu ölümsüzleştirir (Yardımcı, 2002: 57-64).

 

    Meseleye bu açıdan bakıldığında, yirminci yüzyılın önde gelen âşıklarından olan Âşık Veysel, şiir gücünün yanında hemen her konuda şiir söyleyen biri olarak göze çarpar. Gerçekten de şiirlerinin tamamı göz önünde tutulduğunda Âşık Veysel her ferdin düşüncesine, duygusuna, inancına ve dünya görüşüne yer vermiş birisi olarak görülür. Ele aldığı: Aşk Ayrılık Özlem, Doğa Güzelliği Betimlemeleri, Tanrı’ya Yöneliş, Vatan, Cumhuriyet ve Atatürk, Taşlama Yergi Eleştiri, Kendisiyle İlgili, Bireysel Yaşamı ve Acı gibi konuları acaba edebiyatımızda, şiirlerinde bu kadar çok konuya yer veren kaç âşık vardır. Böylelikle Veysel, gerek teknik yönden gerekse işlediği konular yönünden elde ettiği başarılarının tesadüfü olmadığını göstermiştir (Yıldırım, 2018: 135-136).

 

 

    SONUÇ

 

    Sosyal hayatın çok boyutlu yapısının, birtakım olumsuzluklar doğurduğu yadsınamaz bir gerçektir. Ancak bu olumsuzluklar karşısında farkındalık oluşturan ve bunları düzeltmek için çaba harcayan toplumlar, geleceğe umutla bakabilirler. Türk toplumunun geleceğe sağlam adımlarla ulaşabilmesi için, şiirlerinde sosyal hayatın aksayan yönlerini dile getiren Âşık Veysel, insanın yaratılıştan gelen eşitliğe sahip olduğu fikrine bağlı olarak, şiirlerinde toplumsal açıdan birlik ve beraberlik içerisinde olunması gerektiğini açıkça belirtmektedir. O, insana ait tüm olumsuz tutum ve davranışlara karşı eleştirel bir tavır almıştır. Gelenek ve göreneklerin milletinin en büyük değerleri olduğu fikrinden hareketle, kültürel yozlaşmanın sosyal hayata etkilerini açıkça gözler önüne sermiştir. Ancak âşığımız, şiirlerinde de gördüğümüz üzere, eleştirinin yıkıcı olan yönünü değil yapıcı olan tarafını benimseyerek, zamanının çok ötesinde bir insan olduğunu kanıtlamıştır.

 

 

 

 

 

 

 

Kaynaklar

 

ALKAN, Erdoğan (1991). Kör Oldum Veysel Oldum, İstanbul: E Yayınları

ALPTEKİN, Ali Berat (2011). Âşık Veysel, Ankara: Akçağ Yayınları

ASLANOĞLU, İbrahim (1964). Âşık Veysel, Sivas: Milli Eğitim Md. Halk Eğitim Yayınları

ATABEYLİ, Hüsamettin (2015). Töngüçlü Yörükleri, Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler

     Enstitüsü Dergisi, Sayı 12, s. 219, 221.

BÂKİLER, Yavuz Bülent (1989). Âşık Veysel, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları

BAYDAR, Mustafa (1998). Âşık Veysel Anlatıyor, İstanbul: Varlık Yayınları

……(2015). Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar, Ankara: İletişim Yayıncılık

BİRDOĞAN, Nejat, (1999). Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı, Ankara: Akçağ Yayınları

C.H.P. Yedinci Büyük Kurultay Tutanağı, Ankara: 1948, s. 199-202.

ÇEÇEN, Anıl (1990). Halkevleri, Ankara: Gündoğan Yayınları

DURBİLMEZ, Bayram (1999). Âşık Veysel’in Kayseri’de Yaşayan Ozanlara Etkileri, I.

     Emlek Yöresi ve Çevresi Halk Ozanları Sempozyumu, Ankara: EMOD Yayınları

GEDİKLİOĞLU, Şevket (1991). Türkiye’de Yaygın Eğitimden Çağdaş Eğitime, Ankara:

    Kadıoğlu Matbaası,

GÖKÇE, Enver (1944). Âşık Veysel’in Hayatı, Âşık Veysel-Deyişler, Ankara: Ülkü Yayınları

GÜNAY, Umay (1999). Türkiye’de Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Ankara: Akçağ

    Yayınları

GÜNBULUT, Şükrü, Ölümünün Otuzuncu Yılında Âşık Veysel, Ankara: Folklor/Edebiyat

    Dergisi Sayı: 34, s. 235-250.

İstanbul Maarif Kütüphanesi (1954). Âşık Veysel, Hayatı ve Şiirleri, 1954, s. 17.

İVGİN Hayrettin –NASRATINOĞLU, İrfan Ünver (1983). Âşık Veysel’e Deyişler, Ankara:

     Folklor Araştırmaları Kurumu.

KAYA, Doğan (2004). Âşık Veysel, Sivas: Sivas Valiliği Yayınları

KAYMAK, Veysel (2008). Âşık Veysel’li Yıllar, Ankara: Kuloğlu Matbaacılık

MAKAL, Tahir Kutsi (1993). Âşık Veysel, Hayatı Sanatı Şiirleri, İstanbul: Toker Yayınevi

OĞUZCAN, Ümit Yaşar (1973). Dostlar Beni Hatırlasın, İstanbul: İş Bankası Yayınları

……(1982). Âşık Veysel Şatıroğlu, Bütün Şiirleri (4. Baskı),İstanbul: Miyatro Yayınları

OĞUZ, M. Öcal (2001). Halk Şiirinde Tür, Şekil ve Makam, Ankara: Akçağ Yayınları;

    (1990). ‘Âşık Makamları Üzerine Bir Değerlendirme’, Milli Folklor 1 (7): 22-29.

ÖZ, Gülağ (1994). Bütün Yönleriyle Âşık Veysel, Ankara: Ayyıldız Yayınları

……(2008). Yol, Tasavvuf ve Cumhuriyet Âşık Veysel, Ankara: Çankaya Belediyesi

     Yayınları

ÖZDER, M. Adil (1967). “Konya’da Yapılan İkinci Âşıklar Bayramı” (Ahmet Kutsi Tecer

    Özel Sayısı (Yıl: 19, Cilt: 11, No: 218, Eylül 1967)

ÖZEN, Kutlu 1982). Âşık Veysel’in Maksı Nasıl Alındı? Türk Folkloru, Sivas: Sayı: 40, s. 10.

……(1998). Âşık Veysel / Selâm Olsun Kucak Kucak, Sivas: : Dilek Ofset Matbaacılık.

SAKAOĞLU, Necdet (19939. Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi, İstanbul: Cep Üniversitesi

     İletişim Yayınları

SEVENGİL, Refik Ahmet (1967). Çağımızın Halk Şairleri, İstanbul: Atlas Kitabevi

TAN, Nail (1985). Folklor Genel Konular, İstanbul: Halk Kültürü Yayınları

TAŞDEMİR, Serap (2000). Türkiye’de Tarih Bilincinin Oluşmasında Halkevlerinin Rolü,

    Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Türkiye. Tezin

    Onay Tarihi: 2000. (bdt.), (Taşdemir,: 16).

TOKSOY, Nurcan (2007). Halkevleri: Bir Kültürel Kalkınma Modeli, Ankara: Halkevlerinin

    Kuruluşu ve Tarihsel İşlevi ”, Atatürk Yolu Dergisi, 2007, s. 265

TURAN, Metin (1994). Âşık Veysel’in Yaşamı Sanatı Şiirleri, Ankara:  Metin Turan Kitapları

    ve Prospero Yayınları

……(1994). Tarihten Mekâna Türk Halk Şiiri, Ankara: Ürün Yayınları

YARDIMCI, Mehmet (2002). Halk Kültüründe Sivas’ın yeri Sempozyumu, Ankara: Âşık

     Veysel Kültür Derneği Yayınları

……(2021). Başlangıcından Günümüze Türk Halk Şiiri, Bursa: Dora Yayıncılık

YILDIRIM, Cengiz (2018). Bilinmeyen Yönleriyle Âşık Veysel, Ankara: Gece Yayınları

……(2017). Homeros’tan Yaşar Kemal’e Özlü Sözler ve Yaşam Öyküleri, Ankara Gece

      Yayınları  

YILMAZ, Niyazi (1996). “Âşık Veysel’in Milli kültürümüzdeki yeri,'' Ankara: Ocak Yayınları

YONAL, Yücel (1973). Dostlar Beni Hatırlasın, Sivas Folkloru Dergisi, Halkevi dergileri,

     Sayı 5. s. 22. 

 

 

 

 

 

Siyami Boylu


Çevirmen, Şair - Yazar

1974 Sivas/Suşehri doğumlu.
 
 
 
 
 
Kitapları


öykü
■Âkif'ten Gençliğe Öyküler
ISBN: 978-605-9502-52-8
Cağaloğlu Yayınevi
Cağaloğlu Yayınevi Eğitim Hizmetleri İstanbul Ağustos 2019 176 sayfa
 
 
 
Yeniden Diriliş çadırdan saraya yükseliş
sadeleştiren: selami boylu
ISBN: 
Cağaloğlu Yayınevi
Cağaloğlu Yayınevi Eğitim Hizmetleri İstanbul 2019

 

 

 

 

 

 
Bizim Zara kitabının  ▪ kapak fotoğrafındakilerinin kimler olduğuna dair kitabın yazarı Murat Kazancı 80. sayfada şöyle belirtiyor...
 
 
(arka solda) Maryam Horkurum (halam) - Babam Donik Kazancı - Maryam (hatun) yengem - Mamam Lusya Kazancı - küçük amcam Toros Kazancı 
 
(orta sırada) Flor ablam - (oturan) Mkhitar (Hakkı dedem) - 
 
Yayam (nenem)
 
(önde ayakta) ben Murat Kazancı - kız kardeşlerim Veron ve (kucaktaki) Tamar, 1942
 
 
 
 
 

 

-Kız İsteme ve Nişan

-Cindeler

-Zara'nın Folkloru

-Nişan Dönemi Âdetleri

-Düğün Zamanı

-Zara'nın Zanaat ve Zanatkârlar Geçidi

-Yaylalar

 

-Peynir Deyip Geçme

▪ Peynir mayası, lor, çökelek, tulum 

▪ Ve yaylaya çıkma vakti gelir

 

-Koyunlar Ölüyordu

-Kösedağ'dan Dönüş

-Ağustos Ayında Kar

-İlkokul ve Hayat Okulu

-İmraniye

-Ağıldan Zara'ya Dönüş

-Kilimcilik

-Nuh'un Konağı

-Zara'dan Sarıkamış'a...

-Tehcir Yılları

-Varlık Vergisi ve Anadolu'dan Göç

-Kasacılık

-Sakar İsmail ve Babam

-Keçeyurt'tan Amman'a...

-Stalin'in Resmi

-Bizim Tapulu Tarlaların Gidişi!

 

-Babamın Şiirleri

-şiir İstanbul - Donik Kazancı

 

-Evcil Hayvanlar

-1915: Miladi Tarih

-Geliniyle Kaynanasıyla Anadolu Kültürü

-Hancı Yusuf ve Babam

-Komşular

-Ali Efendi ve Ananya

-Mestangil

-Yağmur Duası

-Bitki Türleri

-"Onlar da kitap ehli!"

-Bankacılık

-Şahin Bey

-Ömür Bitti

-Mimar Sinan

-Hacı Efendi (Akyıldız)

-Şoför Zadik

-Ahmet Başyurt

-Zara'da Askeriye

-Anılar

-Bizim Aile

-Şahnur

 

 Ben Murat Kazancı

-Veron

 

 Yeni Zara

 

●Zaraca özgü bazı

 

 

 

 

■ Arka kapak yazısı

 

 

 

 

 

 

şair - yazar

Derya Kızılgöz

(yıldızeli - sivas)

 


 

 

 

 

 

 

 

yakup kadri bozalioğlu  |  araştırma

 

 

 

 

Cumhuriyetin 

ilk yüzyılı (1923 - 2023şair ve yazarlarından Derya Kızılgöz1974 Sivas/Zara Akören köyü doğumlu. Aslen Yıldızeli Davulan köyünden.

 

 

Gündoğmuş Şehit Orman Mühendisi Abdullah Aydın Yatılı Bölge Ortaokulu'nda müzik öğretmenliği yapmaktadır.

 

 

Derya Kızılgöz kitapları 

 
anlatı
Anahtar Toplayıcısı Bir genç kızın mutluluk arayışı
Derya Kızılgöz Bulut
ISBN:
Gündüz Kitabevi Yayınları
Ankara Haziran 2005
 
 
 
 
şiir
2  Göğokyanus
Derya Kızılgöz
ISBN:
Gündüz Kitabevi Yayınları
Ankara Haziran 2009 96 sayfa
 
 
3  Kürecan
Derya Kızılgöz
ISBN:
Gündüz Kitabevi Yayınları
Ankara Haziran 2009 95 sayfa
 
 
Su İken Düşlerim
Derya Kızılgöz
ISBN:
 
 
 
 
denemeler
5  Yanılsamalarda Düş Kunduzu
Derya Kızılgöz
Tunç Yayınları
İstanbul 2011
 
 
 
şiir - roman
6  Aynadaki Karanlık
Derya Kızılgöz
Tunç Yayınları
İstanbul
 
 
 
7  Gönül Uygarlığı
Derya Kızılgöz
ISBN:
Tunç Yayıncılık
İstanbul 2014 144 sayfa
 
 
 
 
8  Susan Suyun
Vadisi
Derya Kızılgöz
ISBN:
Tunç Yayıncılık
İstanbul 2014 144 sayfa
 
 
 
 

 

 

 

Toplam Ziyaret: 4.219.562